26 Mart 2017 Pazar

JOSEF K.'YI ANLAMAK

Ressam Josef K'ya 3 olasılıktan bahseder: " Ne tür bir aklanma tercih ettiğinizi sormayı unuttum. 3 olasılık var: Gerçek aklanma, sözde aklanma ve sonsuza dek sürüncemede bırakma."

Hangi suçtan yargılandığını bile bilmeden işini gücünü bir kenara bırakıp, tüm vaktini ve enerjisini Dava'sına ayırmak zorunda kalan Josef K., temize çıkıp eski hayatına dönebilmek için başta avukatlar olmak üzere, mahkeme üzerinde etkisi olabilecek herkesle görüşmeye çalışır; dinler, düşünür, değerlendirir. Ressam Titorelli bu kişilerden sadece biridir.

Kafka,  en başta kendisinde bulunan  varoluşçu kaygıları ve kapana kısılmışlık hissini  Dava romanında Josef K. üzerinden, çok akıcı olmasa da adeta yaşatarak anlatır.  Nitekim, okurken bende de bu kaygıların ve hislerin canlanmasının yanı sıra, içinde bulunduğum ortamda,  aslında her an ne kadar Josef K.'nınki ile özdeş durumlara tanık olduğumu farkettim.

***

Türkiye'yi hakettiğinden fazla sevmeme rağmen; yaşam standartının düşüklüğü, ayrımcılıklar, can güvenliğinin olmaması, mesleğimi icra edememem ya da ettiğimde emeğimin karşılığını alamamam gibi ülkemden kaynaklı sebeplerin yanı sıra, dil becerimi geliştirmek ve yüksek öğretim derecesi almak amaçlarıyla, ilk 2 hafta içinde biten ve hala ödediğim 2 yıllık bir borç altına girerek New York'a geldim.

New York gerçekten çok güzel ve pek çok yere kıyasla daha çok imkan sunan bir yer.  Ancak bu imkanlar uluslararası öğrencilere, turist vizesiyle gelenlere ve kaçaklara, yani vize bitiş tarihinde ülkeden çıkış yapmayarak kalmaya devam edenlere, öyle kolaylıkla sunulmuyor. Hatta onlar için yaşam burada survivor desem yeridir. Aslına bakarsanız burdaki hayatın zorluğu kolaylığı değil yazımın amacı. Burada yeşil kart sahibi ya da vatandaş değilseniz, hayat gerçekten çok zorlaşıyor, bu doğru. Okul paraları 2-3 katına çıkıyor, ev ya da oda bulma ihtimali düşüyor, Türklerin yanında çalışmak mecburiyeti doğuyor. Kaçak çalışmaktan bahsediyorum elbette. Çalışmama ihtimali de zengin bir aileden gelinmiyorsa ne yazık ki sıfır. Doların yükselişi malum. Velhasıl, kafalar nasıl yasal olurum sorusuna yoğunlaşıyor. Olamazsam ne kadar daha böyle dayanırım? Türkiye'ye dönsem orda ne yapacağım? Kaçak olanlar  ya yakalanırsam da deport edilirsem korkusuyla yaşıyor. Deport demek 10 yıl boyunca ABD'ye giriş yapamamak demek, ciddi bir durum anlayacağınız. Öğrenciler deseniz,  illegal çalışırken ya baskın olursa diye tereddüt ediyor. İşten ayrıldığında, daha bir gün oh be bugün çalışmıyorum diyemeden iş bulamazsam nasıl geçinirim, kiramı nasıl öderim, dönmek zorunda kalırım dertleri düşünceleri başlıyor. New York'ta yaşıyorum denilince pek çok kişi için bu rüya gibi olsa da, şu şartlar altında  New York aslında yaşanmıyor. Yani en azından buna yaşamak denmiyor. Hep işe gitmek, okula gitmek, bir gün izin gününde çamaşır yıkamak, temizlik yapmak ödev yapmak zorunda kalınıyor. En iyi ihtimal her gün yorulunduğu için bir gün evde dinlenmek isteniyor. İşler böyle olunca da, "yaşamak" için yasal olmanın yolları aranıyor. İşte Dava'yı okurken ressam Josef K.'ya davadan aklanmanın 3 olasılığını açıkladığı sayfalarda Josef K.'nın hissettiklerinin ne kadar  Amerikan vatandaşı olmayıp Amerika'da yaşayan insanların hisleriyle örtüştüğünü adeta kafamda yanan bir ampül ile farkettim.

Eskiden de böyle miydi bilemiyorum ama Trump başkanlığa geldiğinden beri "dava"mızın sonucunun ne olacağını daha fazla merak eder olduk. Sürekli deport edilmişlerin, ülkeye vizesi olduğu halde daha kapıdan girememişlerin hikayelerini duyar olduk. Beni de en son girişimde polis ofisinde 2 saat sorguladıkları için ve hayatını yasalara, kurallara göre yaşamış bir aileden gelip, tüm hayatını kurallara uyarak, doğrusu yolu yordamı neyse one göre yaşayan bir insan olarak ömrü hayatımda maruz kalmadığım bir katil, efendim bir hırsız bir hortumcu muamelesi gördüğüm için, bende de günlerce üzerimden atamadığım bir stres oluşmuştu. Düşünsenize, hayatınız boyunca örnek insan statüsünde yaşıyorsunuz, sonra bir anda kendinizi yabancı bir dilde köşeye sıkıştırılmaya çalışırken, bir tek tepenizde yanan ampul eksik bir halde buluyorsunuz. Üstelik hakikaten de yanlış bir şey yapmamışsınız! Her neyse. Tam da bu noktada size ressamın olasılıklarının bizim "dava"mızın olasılıkları ile karşılaştırması yapacağım. Bizzat içinde bulunanlar fazlasıyla iyi anlayacaktır.

***

Ressam Titorelli gerçek aklanmanın en iyi seçenek olduğunu söyler ancak hiç kimsenin bunu garanti edemeyeceğini de sözlerine ekler. Suçsuzluk ön koşuldur ancak suçsuz olduğu kanıtlanarak aklanan herhangi bir sanık davası da olmamıştır. En azından ressamın bildiği yoktur. Bu olasılık imkansızı temsil eder aslında. Tıpkı bu saatten sonra ABD topraklarında doğmuş olmanın, "zamanında dedemler gelip yerleşmişler biz de burda doğduk" demenin imkansız olduğu gibi. Josef K. gibi biz de bu ilk olasılığı hemen elemiş olduk. Ama yine de ressamın, benim tanık olmamış olmam bu şekilde aklananların olmadığı anlamına gelmez diye özellikle belirttiğini göz önüne aldığımızda lotodan greencard çıkma ihtimalini ya da bir Amerikalı ile aşk evliliği yapmayı da gerçek aklanma içine alabiliriz. Ya en imkansızı ya da çok düşük ihtimalli olasılıkları barındırır bizim davamızda da.

İki çözüm daha var demiştiniz diye hatırlatır K.. Sözde aklanma ve sürüncemede bırakma. Ressam bu iki çözüm arasındaki farkı şöyle açıklar: sözde aklanma büyük ama kısa süreli bir çaba, sürüncemede bırakma ise küçük ama sürekli bir çaba ister. Örneğin, Amerika vatandaşlığı olan biriyle evlenirseniz, ki burda para karşılığı sahte bir evlilik yapmayı kastediyoruz, bir nevi sözde aklanmadan söz edebiliriz. Ressam sözde aklanma derken, dilekçelerin yazılmasını, suçsuzluğun ifade edilmesini, tek tek alt düzey yargıçlarla görüşülmesini ve suçsuzluğun bu yargıçlarca kabul edildikten sonra serbest bırakmalarını kapsayan bir süreçten bahseder. Daha sonra dava üst düzey yargıçlara aktarılır ancak özgürlük verildiği için üst düzey yargıçların ne karar vereceğinin çok da bir önemi yoktur. Önemli olan o an serbest bırakılmış olmaktır. Ciddi bir emek sarf edilerek, her ne kadar tamamen aklanmış sayılmasalar da, davalılar en özgür hissettikleri döneme girerler. Sahte evlilikle gelen süreç de çok benzer aşamaları içerir. Aynı şekilde ciddi emek sarf edilerek evlenilecek uygun bir aday bulunur, para konusunda anlaşılır. Daha sonra evlilik gerçekleşir ve inandırıcılığı artırmak adına fotoğraflar yüklenir, ortak bir geçmiş hazırlanır, interview provaları yapılır. Kaçaklık durumu sona ermiştir. Belli bir süreden sonra başta çalışma izni olmak üzere sırasıyla yasal olma yolunda ilerlenir. Bu dakikadan sonra vatandaş olmanın çok da bir önemi yoktur. Çalışma izni alınmıştır ve korkulacak hiçbir şey kalmamıştır. Çoğu kimseler hakikaten vatandaşlığın peşine düşmezler bile. Hala göçmen statüsündelerdir yani aslında hala davaları devam eder, ama genel anlamda sorun ortadan kalkmıştır ve sözde aklanmışlardır. Gelgelelim bu seçenek de hali hazırda ilişkisi ya da evliliği olan insanlar için uygun olamıyor. Bu olasılığa, yüksek öğretimde aşırı emek ve para harcayarak, mezuniyet sonrasında gelen 1 yıllık çalışma izni ile bir süre idare etmeyi de ekleyebiliriz. En azından okul parası ödeme zorunluluğu ortadan kalkar ve mesleki işler yapma imkanı veren 1 yıllık bir yasal çalışma süreci başlar. İyi bir alternatif sayılabilir.

Son olarak da sürüncemede bırakma olasılığına bakalım. Ressam bu olasılığı, davayı hep ilk aşamada tutmak olarak tanımlar. Sözde aklanma kadar büyük bir çaba gerektirmez ama daha çok dikkat etmeyi gerektirir. Tam olarak şu durumlara tekabül ettiği söylenebilir: statü kaçaklık ise kurallara aykırı davranışlarda bulunmadan, polis araması olabilecek yolculuklardan, mekanlardan kaçınmak gibi dikkatli bir yaşam sürmeye ya da öğrencilik ise statü,  izinsiz çalışmaya devam edip olan vizeyi korumak adına bir okula gerekli ya da gereksiz (genelde gereksiz ve ucuz) kayıtlı olmaya devam ederek bir yaşam sürme. Sözde aklanmanın sürüncemede bırakmaya göre avantajlı yanı, tüm o senaryolara, yüksek ücretli okullara ya da evliliklere gerek olmamasıdır. Hatta öğrenci statüsünden kaçaklığa düşülmüşse (herhangi bir okula devam edilmediği halde kalmaya devam etme) okul parası da vermeden yaşamaya devam edilir. Mantık, yakalanmamak üzerine kuruludur. Yakalanmadığın sürece sorun yoktur.

Josef K. -spoiler- kitabın sonunda hiçbir şeyi çözemeden, belirsizlikler içinde, iki adam tarafından bıçaklanarak öldürülür. Burdaki kilit noktalar, esasında kendi kendini mahkum ettiği bu belirsizlik ile tüm yaşamını doldurması, hayatının, tek amacın bu dava olduğu bir yöne evrilmesi ve bu süreçte mutsuzluk, umutsuzluk ve hatta geçmişte elde ettiği iyi ilişkileri ve başarılı işini kaybetme tehlikesi ile başa çıkma mecburiyetidir. Tıpkı ABD'de kalabilmek adına girilen bu stresler, tek amacın bu olması, aileden dostlardan uzak, çoğu zaman hak edilmeyen muamelelere maruz kalarak yaşam mücadelesi verilmesi gibi.

İnsan bu noktada değer mi diye sorguluyor. Eğer ki bir şekilde, mümkünse çok da uzun olmayan bir süre içinde, imkanlardan özgürce yararlanılacak noktaya gelinirse, ikinci sınıf insandan birinci sınıf insanlığa terfi edilirse o zaman fazla fazla değer. Ama yok, sonu gelmeyen bir  "aklanma" süreci içinde kıvranılıyorsa, benim düşünceme göre değmez. Çünkü hikayenin sonunda insan sadece sevdiği insanlarla geçirdiği değerli vakti hatırlayıp mutlu oluyor. Denemeye değer, uzatmaya değmez kısacası.

Gönül isterdi ki, bizim ülkemiz de huzurlu, insana bilime önem veren, refah içinde gelişmiş bir ülke olsun, Josef K.'yı yaşayarak değil, okuyup düşünerek, empati kurarak anlayalım. Buralara da sadece dünyayı gezme planımızın bir parçası olduğu için, görmeden ölmeyelim diye gelelim.

Güzel günler görmek umuduyla diyorum ve,


Ne yazık ki, We feel you, Josef K..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder